Öncelikle filmi herkesin izlemiş olmasını ümit ederek, izlemediyse de bu bölümden sonra mutlaka izlemelerini önererek başlamak isterim. Buradan sonraki kısımda kısaca filmin akışından bahsedip, hemen inceleme kısmına geçmek istiyorum.
Filmimiz İskoçya’nın başkenti Edinburgh’ta bir grup eroin bağımlısı arkadaşın hayatlarından bir kesiti, filmimizin baş kahramanı olan Mark Renton gözünden anlatır. Mark ve arkadaşları yoğun bir şekilde eroin kullanmakta ve bu nedenle hırsızlık, fakirlik, başarısızlık, cinsel isteksizlik, kabızlık gibi birçok sorunla yüzleşmektedirler. Sürekli bırakıp geri döndükleri eroinden dolayı başlarına birçok şey gelir ve ekipteki herkesin de kendine özel ayrıca problemleri vardır. Sick Boy sadece diğer karakterleri gaza getirip bağımlılık ve insan ticaretine sürüklerken, Begbie grubun eroin içmeyen kavga meraklısı asabisi, Spud grubun saf-iyi niyetli ve dolandırılan bağımlısı, Tommy ise görece bu grubun içerisinde normal biri ilişkisi ve işi olmasıyla uyuşturucu kullanmadan onlara eşlik eden bir yerde konumlanır. Mark ise bu gruptaki herkesle birebirde oldukça zarar verici farklı olaylar yaşar. Bir gün bağımlısı olduğu eroini bırakmak için kendine iki adet afyon fitili alır. Daha sonra uyuşturucuyu bırakmanın geri çekilme etkileriyle ishal olur ve korkunç bir tuvalete elini daldırarak afyonları alır. Sick boy ile olan bir diyaloglarının ardından, Spud’ın iş başvuru sürecini Mark’ın ona kokain vererek sabote etmesi, Tommy’nin kız arkadaşıyla birlikte olduğu video kaset görüntülerini çalıp izlemeleri, gittikleri kulüpte yine geri çekilme etkisiyle gelen yoğun cinsel istekle Diane ile tanışması, reşit olmadığını öğrenince sarsılması ve Tommy’nin kaybolan kaset yüzünden ilişkisinde terk edilmesi gibi olaylar izler. Çareyi yine eroinde bulan gruba, bu sefer daha önce kullanmamış olsa da Tommy katılır. Ardından izlemesi ve düşünmesi oldukça acılı, Allison’ın bebeğinin açlık ve susuzluktan öldüğü ve ekipte herkesin bu korkunç durumun acısından kurtulmak için tekrar eroin kullandıkları bir kısım gelir. Daha sonra bu döngü devam ederken, hırsızlık yapıp tutuklanan Spud ve Mark’ı mahkemede görürüz. Spud başka suç kaydı olduğundan hapse düşerken, Mark bırakma sözüyle serbest kalır. Tam da bu yola girecekmiş izlenimi verirken kendini yine eroinin kollarına atar ve ölümcül doza yakın bir alımdan dolayı hastanelik olur. Anne ve babası onu alıp, kendi evlerindeki odasına getirir ve uzun bir süre neredeyse işkence gibi olan geri çekilmeleriyle baş ederek Mark bağımlılıktan kurtulur. Tommy’i görmeye giden Mark onun da bir bağımlı olduğunu görür ve arkadaşına para verir. Kendini arkadaşları ve çevresinin batağından kurtararak Londra’da bir emlakçılık işine atar Mark. Her şey gayet güzel giderken, Begbie’nin polisten kaçıp ona sığınması, daha sonra sick boy un da eklenmesiyle hayatı yine karman çorman bir hale gelir. Arkadaşları Tommy’nin ölüm haberini alan ekip doğrudan İskoçya’ya geri dönerler. Burada, Sick boy bağlantılarını kullanarak 2 kilo bir eroin bulur. Bunu satıp köşeyi dönmek için ekibi ikna eder. Buradan sonra ani bir kararla arkadaşlarını dolandırmaya karar veren Mark, paraları alıp kaçar. Öfkeden deliren Begbie polis tarafından tutuklanır, Sick boy kaçar ve Spud Mark’ın ona bıraktığı sürpriz parayı bulunca film biter.
Şimdi bu filmi özetlemekte her ne kadar kabaca kalmaya çalıştıysam da bunu yapamadım. Çok fazla notum var ve nereden geldi bu diye kafanızın karışmaması için hepsinden bir noktada bahsetmem gerekti. Her birine değinebilecek miyim emin olamasam da aklınızda canlandırması daha kolay olur gibi geldi. Her neyse, bağımlılık konseptine dönelim. Hem sosyal hayatlarımızda hem devlet politikalarında hem de psikoloji alanında oldukça büyük bir yer kaplar. Zannediyorum ki hepimiz çevremizden, film-dizilerden, haberlerden vs bir şekilde tanışmışızdır bağımlılıkla. Kitabi taraflarıyla bağımlılık kriterleri, belirtileri, yok efendim geri çekilme semptomları veya tekrarlama gibi durumlardan bahsetmek istemiyorum. Bunlar ufak bir Google aramasıyla bulabileceğiniz şeyler. Bağımlılığı biraz daha içsel ve ilişkisel kısımlarıyla nasıl ele alabilirizi keşfetmeye çalışacağım. Yine de kısaca bahsetmek gerekirse kişinin beynindeki ödül merkezinin kullandığı maddeye bağlı olarak uyarılmasıyla geçici bir uyuşukluk veya uyarılmaya neden olan, kullanılan maddeye göre değişen sürelerle tekrar kullanma isteği oluşturan, kullanılmadığında kişiye ajitasyon ve huzursuzluk hisleri oluşturan ve bu sarmal içerisinde kişinin bağımlılığında kaybolduğu bir süreç gibi özetleyebiliriz.
Biraz daha öznel bir bakış açısıyla bağımlılık hep bir boşluk doldurma veya uzaklaşma-kaçma çabası gibi ele aldığım bir şey. Tabi ki ekstazi kullanma ile sigara kullanma veya eroin bağımlılığı arasında bu bağlamda yoğun farklar var. Trainspottingde de aslında bağımlılığın tek seferde gerçekleştiği eroin bağımlılığına dair bir film izliyoruz. Eroin araştırmalarda tarif edildiği ve filmde de bahsedildiği üzere 1000 tane orgazmdan daha kuvvetli bir uyarılma yaratan bir uyuşturucu. Bu karşılaştırmanın cinsellik üzerinden yapılması bana çok da tesadüfi gelmiyor. Psikanalitik olarak düşününce uyuşturucu tam da bu cinsellik temelli içsel boşluğu doldurabilecek bir şey gibi geliyor bana. Yani içimizde hissettiğimiz ve bence bir şekilde hepimizde olan boşluğun doldurulması ihtiyacı. Bu cinsellik ihtiyacı gibi çok direkt bir yerden de gelebilir, daha duygusal-sosyal bir boşluğu, eksikliği doldurma veya ondan kaçma çabası gibi de. Filmdeki karakterlerimizin de hayatlarında kaçtıkları sorumluluklar, duygusal yakınlık eksiklikleri, çevrenin onları buna çekmesi, alternatif bir gerçeklik aramamaları, bütün bu ve benzeri eksiklikleri başkalarıyla bir arada ama çok öznel bir uyuşturucu deneyimiyle ertelemeye ve onlardan uzaklaşmaya çalışıyorlar. Bağımlılığı bu bağlamda ele aldığımızda bir çanta almak için terapiye gitmeyenlerden sürekli spor yaparak bedenlerini güzelleştirmeye çalışan herkesi bu spektrumda bir yere alabiliriz. Bir şeylere bağlı oluruz ki bağlı olduğumuz başka şeyleri görmeden, hissetmeden hayata devam edebilelim.
Bu eksenden değerlendirince Mark Renton’ın ne gibi bir boşluk hissiyle kullandığı maddeleri, işlediği suçları, girdiği diyalogları bir düşündüm. Annesi de kendisi gibi bağımlı olan Mark’ın geçmişine dair çok ayrıntılı bir bilgi almıyoruz filmden. Biraz daha o zamanın ruhunu ve dönem şartlarını düşününce Mark aslında İskoçya’daki işsizlik, eğitim eşitsizliği, artan uyuşturucu kullanımı ve ekonomik sorunlara karşı neredeyse hiçbir çevresel kaynağı olmamasını aslında biraz varoluşunun biraz da çevresinin boşluğunu eroinle doldurmaya çalışıyor gibi geldi bana. Boşluk konseptine burada tekrar farklı bir bakış açısıyla değinmek lazım diye düşünüyorum. Daha önceki bölümlerde de çokça bahsettiğim ve bu bölümün başlarında da cinsellikle bağladığım bir yerden boşluğu başka nasıl tanımlayabiliriz? Freudçu bir zeminde bağımlılığı aslında id’in dürtülerini bastıramayan bir ego ve süperego gelişimi yeterince koruyucu ve önleyici değilse, kişinin arzularını bastıramama sonucu olarak yöneldiği bir durum/yol? gibi düşünebiliriz. Freud a göre id’in en büyük arzusu libidinal yani cinsel-yaşamsal enerjiyi tatmin etme çabası ve bunun kişiye veya topluma uygunsuz bile olsa gerçeğe dökülmesidir. Buradan yola çıkarak bağımlı bir kişide aslında herhangi bir içsel arzunun bastırılamaması, başka bir forma dönüştürülememesi veya bunu belli bir gelişimsel olgunlukta ele alamamış olmasından kaynaklı bir maddeye veya davranışa yönelme olur gibi düşünebiliriz.
Bir yönüyle de aslında bağımlılık oral dönem meseleleriyle çokça ilişkilendirilir. Freud'un psikoseksüel gelişim kuramına göre, ilk 18 aylık dönemde bebekler, ağız yoluyla dünyayı tanır ve haz alır. Emme, beslenme ve ağızla keşfetme gibi aktiviteler, hem fiziksel hem de duygusal tatmin sağlar ve bu dönemde yaşanan deneyimler bireyin güven duygusunu ve duygusal doyumunu etkiler. Yeterince beslenmeyen, güvende hissetmeyen, doyuma ulaşmayan veya tam tersine çok beslenen, hiç güvensiz hissetmeyen veya fazla doyuma alışan çocuklar Freud’un teorisine göre oral dönemde fikasyon geliştirir ve buradaki sabitlenme ilerleyen gelişimleri ve karakter yapılarını etkiler. Bebeğin bu dönemdeki en önemli ihtiyacı aslında güvende, beslenmiş ve doymuş hissetmek olarak ele alınıyorsa bütün bu durumların onda oldukça yoğun bir kaygıya da neden olduğunu düşünür Freud. Bu dönemde bir şekilde sorun yaşamış olan kişi, stresle baş etmek, daha fazla tatmin olma, sürekli dışarıdan bir şeyin onu doyurmasını bekleme veya dışarıdan gelen tatmini kontrol ederek yetersizlik hissinden uzaklaşma gibi farklı eksenlerle kendini dışa vurur. Bağımlılık da bu bağlamda en yaygın görülen dışa vurum şekillerinden birisidir. İçeride aç olan, güvende hissetmeyen veya rahatlayamamış bebeğin, yetişkin formatında herhangi bir madde veya davranış aracılığıyla kendini rahatlatma, tatmin etme veya güvende hissetme ihtiyacını karşılamasıdır yani.
Kleincı bir yerden aslında bir tamamlanma, eksikliğin giderilmesi, annenin çocuğa sağladığını çocuğun maddeyi bir ikame olarak kullanarak sürekli elde etmesi gibi de ele alınabilir. Başka bir yönden genetik yatkınlık, çevresel kullanım, kolay erişim, desteksizlik, diğer gelişimsel problemler gibi birçok faktör de bağımlılıkla oldukça ilişkili bulunmakta. Varoluşçu bir bakış açısından da aslında kişinin kendisiyle yüzleşmekten, özgürlükle gelen seçim ve sonuçlardan, yaşamın sonluluğuna dair endişeden kaçma veya kendilik hissine ulaşma amacıyla maddeyi araç olarak ele aldığını düşünebiliriz.
Bütüüün bu teorik yanları filme uyarlayınca aslında hepsinden bazı parçaları görmek mümkün. Mark ailesinden sosyal bir destek alabilecek olsa da hem kendi yetişkinliğinden kaçması hem de kötü bir çevreye sahip olmasıyla bu batağa düşmüştür gibi düşünebiliriz. Sick boy ise tamamen dürtüsel ve arzularını dizginleyemeyen, uçarı ve sorumsuz bir profille nedenini filmden bulamadığımız kişisel bir problemi nedeniyle bağımlılığa bulaşmış gibi geldi bana. Spud hayatını anlamlandıramaması, sosyal ve zekasal beceri eksiklikleri, suça-maddeye yakın bir çevrede olmasıyla bu durumda. Gelelim Tommy’e, yani her şey güzel giderken bir şekilde bu batağa düşen kişiye. Tommy kaybettiği bir kasetin ve sonrasında da sevgilisini, düzenli seks hayatını, mutlu-iyi hissettiği biri ilişkiyi kaybetmenin yasını maddeye yönelerek tutuyor. Bu kesitten görebileceğimiz en net şey aslında çevresinde bu madde kullanımıyla sevgilileri olmadan yaşayıp giden arkadaş grubundan etkilenmesi gibi geliyor bana. Eroin de bu bağlamda kumar bağımlılığı gibi çok kapsamlı olarak kişinin hayatını ve kaynaklarını etkileyen ve geliştirilen inançlar, koşullardan çıkmanın her seferinde gittikçe zorlaştığı bir madde olarak filme konulması çok tesadüf değil. Sigara bağımlısı biri her gün bir paket içerek oral ihtiyaçlarını, bastırılmış veya içsel çatışmaya neden olan hislerini tatmin edebiliyorken, bu tatmini damardan, direkt etkiyle ve sürekli olarak sizi ekonomik-sosyal-cinsel-ilişkisel olarak gerileten bir yere geçerek almaya çalışmak çok da tek boyutlu ele alınabilecek bir şey değil. Tommy yanlış arkadaş seçimleri, ayrılıkla ve kayıpla baş etmeyi denememesi, sorunlarından sadece kaçması yüzünden kendi bağımlılığına ve sonrasında da ölümüne zemin hazırlamakta.
Filmle paralel olarak bağımlılığın ölümle olan ilişkisinden de bahsederek bölümü sonlandırmak isterim. İster kullanarak, ister davranarak, ister içinden çıkamayarak, ister gerçek anlamda ister de ruhsal olarak bağımlılık ölüme benzerlik gösteren bir şey bence. Kişinin içsel-dışsal kaynaklarını tatmin uğruna tamamen tüketmesi, aslında hepimizin var olan zamanını ölüme veya öleceğimiz ana kadar harcaması gibi düşünülebilir. Bağımlılığı hayatla benzetsem de bir yaşam şekli olmaktan çok uzak bir şey. Ölümle ilişkilendirmem de kişinin her şeyini ama her şeyini daha hızlı ve haz odaklı bir şekilde tüketmesinden aslında. Biz ne kadar olduğunu bilmediğimiz ömrümüzü, severek, kavga ederek, çalışarak, evlenerek, okuyarak birçok şeyle teknik olarak harcarız. Bunu da hayatımızı belli bir düzende ve tatminde tutmak için yaparız. Bağımlı birisi ise hayatında her şeyden bu tatmini daha anlık ve yoğun almak için vazgeçer gibi geliyor bana. İster eroin ister kumar, ister sigara olsun bir tatmin, güven, kaçış uğruna kişi belki de harcamasının hiç mantıklı olmadığı bir alana orantısızca bir yatırım yapıyor. Evet belki her madde kullanımı direkt öldürmüyor ancak kaynaklarını, benliğini, kendine saygı ve sevgisini tüketerek kişide yaşamsal-yaşamaya değer olabilecek her şeyi de götürüyor. Bu da bana gerçekten olmasa da ruhsal-çevresel-ilişkisel-duygusal veya herhangi başka bir şeysel ölümden çok da farklı gelmiyor açıkçası. Tekrar da şunu söylemek isterim; bağımlılık önemli ve ertelenmemesi gereken bir problem. Birçok farklı ekolden terapi veya ilaç grubuyla destek almak mümkün. Ancak bağımlıysanız kötüsünüz, öleceksiniz vs gibi bir şey de duyulsun istemem. Bu sizin hayatınız, ve daha varoluşçu bir bakıştan böyle harcamak istemenize saygı duymalıyız. Ancak sorun yaşıyorsanız, memnun değilseniz veya değişmek isterseniz de tıpkı kullandığınız gibi bırakmanın da sizin elinizde olduğunu unutmamanızı öneririm.
Bu bağlamda filmin uyuşturucya özendiren değil aksine farklı boyutlarıyla göstererek kişinin nasıl bir problem zinciri içinde kalabileceğini göstermesi, Mark’ın tekrar tekrar kullanmasıyla içinden çıkmasının kolay bir şey olmadığını anlatması, ancak yine Mark’ın londraya taşınarak isterse değişilebileceğini de göstermesiyle her eksenden uyuşturucu konusunu çok iyi anlatan bir yapım olduğunu düşünüyorum. Zamanına, sinematografisine, oyunculuklarına ve senaryonun incelikle işlenmesini de ele alarak benim Trainspotting e puanım sanıyorum 8.5 gibi bir şey olur. Başta da belirttiğim üzere izlemeyenleriniz için umarım yeni düşünceler ve meraklar uyandıran, izleyenlerde de bazı şeyleri daha bütünlüklü ve anlamlı görmeye yardımcı olan bir bölüm olmuştur. İzlemediyseniz izlemeyi de lütfen unutmayın :D
Kommentare